16 Nisan 2011 Cumartesi

Otomobil Türk Halkı için lüks müdür?

Bundan 2-3 yıl öncesine bakıyorum da, o gün de her şey pahalıydı; ama bugünki kadar değil! Hele ki yarın bu işin daha da abartılacağı belli. Otomobil dünyasında da durum paralel şekilde ilerliyor. 2007-2008 yıllarında 35.000 TL civarına tam donanımlı (full+full dedikleri şey) C segmenti bi' araç alınabiliyordu.

Şimdi bi' bakıyorum da, B segmenti bi' otomobil 35.000 TL'den başlar oldu. C segmenti yeterli donanıma sahip bi' otomobil almak isterseniz, 40.000 TL'den başlıyor.

Yahu, otomobil gerçekten bizim için lüks olmaya başladı. Herkesin bütçesine göre otomobil aldığını düşünün. Gerçi, öyle olsa Türkiye'de hiç otomobil olmaz; ancak düşünün işte. O zaman ortalık B segmenti ufak otomobillerden geçilmez. Performans fakiri küçük hacimli motorlar kol gezer -ki geziyor da, bu da vergilendirme sisteminin getirdiği bi' olumsuzluk.

Otomobil bizim için lüks. Performans ise hayal bile edilemeyecek uzaklıkta. Amerikalılar, avrupalılar 4000-5000 litre hacimli motorlara sıradan gözüyle bakarken, biz 2000 cc'lik otomobillere "ooo çok iyi" diyoruz. Bize bunu dedirtenler utansın.

Ayrıca geçmiş bi' yazımda da belirttim, Hyundai Accent Blue'nun benzinli baz versiyonu 35.000 T.L. Düşünün Hyundai böyleyse, diğerleri ne halde. Doğuş Otomotiv zaten abarttı. Jetta ve Golf'ün yeterli donanımlı dizel motorlu otomobilleri 50.000 TL civarında.

Özet olarak yineliyorum; otomobil Türk halkı için lüks. Bu koşullarda otomobil heveslisi halkımız ancak bankaları zengin eder, aldığı kredilerle. Avukatları, dolaylı yoldan icra memurlarını zengin eder, krediyi ödeyemeyip takibe düştükleriyle...

Spor Toto Süper Ligi Marka Değeri

İsim sponsorluğunun kulüplere getirdiği kazancı bilmiyorum, ancak özellikle son ihale ile Digiturk'un ihale bedeliyle Spor Toto Süper Lig'in marka değerinin epey artacağını düşünmüştüm.

2010/2011 sezonunun ilk haftalarında ise, benim için tam bir hayal kırıklığı söz konusu idi. Zira maçlar keyif vermiyor, futbolcular özel yetenekleri ile ön plana çıkamıyor, daha çok defans ağırlıklı Yunanistan'ın 2004 Avrupa Şampiyonası'nda kupayı kaldırdığı taktik adeta tüm ligi sarıyordu.

Bu ölü toprağını atmaları ise pek süre almadı. Maçlar keyif vermeye başladı. Ligimize daha kaliteli futbolcular gelmeye başladı. Digiturk kesenin ağzını açınca kulüpler, kulüpler kesenin ağzını açınca futbolcular değişiyor. Bugün küme düşme hattında bulunan Bucaspor'un kadrosuna bi' bakalım. Euro 2008'de Hırvatistan Milli Takımı ile oynayan Jerko Leko var. Birkaç yıl önce, ancak 4 büyüklere gelirdi. Şimdi ise, küme düşmemeye oynayan takımlarımız dahi böyle kalburüstü futbolcular alabiliyor.

Örnekler çoğaltılabilir; ancak bu marka değeri olayının gerçekliği gün geçtikçe gün yüzüne çıkıyor. Yine yukarıda anlattığım gibi, adı duyulmuş oyuncuları da ancak 33-34 yaşlarında alabilirdi 3 büyük takım. Peki bu sezon durum nasıl? Hepiniz görüyorsunuz öyle değil mi? Tek tek örnek vermeye kalksam, onlarca futbolcu yazmak zorunda kalırım.

Kısaca yabancı futbolcular hakkında söylemek istediğim, ligimizde artık 20-25 yaş arasında yabancı futbolcular görüyoruz. Geleceğe yatırım yapmanın önemini anladı kulüplerimiz. Belki de daha önceden de bilenler vardı, ancak maliyeti düşük olanları getiremiyorlardı. Şimdi futbolcuların gözünde Spor Toto Süper Lig'in değişmiş olmasıyla birlikte ligimizde geleceğin yıldızlarını izleyebileceğiz. Belki de izliyoruz. Yine Bucaspor'dan örnek veriyorum, Jebrin'i izleyin mesela. 1991 doğumlu. Sadece 3 lig maçında oynadı, 2 gol attı. İşi sadece gol atmak da değil ayrıca. Bugün Ankaragücü maçında çizgiden çıkardığı top ile takımının defansına da ne denli yardım ettiğini gördük. Genç futbolcuların bir artısı da budur. Sen, 35 yaşındaki kanıtlayacağı bi' şey kalmamış ve futbolu bırakmak için gün sayan bi' oyuncuna bunu yaptırabilir misin? Defansa gelecek de, topu çizgiden çıkaracak. Biraz zor.

Fenerbahçe'nin Dia, Stoch gibi genç oyuncuları almış olması da benzer şekilde. Galatasaray'da Stancu ve Pino da genç isimler; fakat Galatasaray'ın mevcut haliyle kulüpteki gelecekleri tehlikede.

Neyse, yabancı futbolcu konusunu fazla uzattım galiba. Asıl demek istediğim, önümüzdeki 2-3 yıl içerisinde ligimizin marka değeri en az 2 kat artacak. Avrupa'da en çok izlenen ligler sıralamasında en az 3-4 basamak yukarıya çıkarız. Rakiplerimiz Almanya ve Fransa ligi olur. Tabi kulüplerimizin daha bilinçli kişilerce yönetilmesi ve taraftarların da kısa sürede büyük başarı bekleme gibi saçma beklentilerinden kurtularak "bilinçli taraftar, bilinçli seyirci" haline gelmesi lazım. İşte o zaman avrupa kupalarında başarı da gelecektir. Sonra ne portekiz ligi kalır, ne de Hollanda Ligi. Avrupa'nın "gerçek anlamda" en iyi 5 liginden biri oluruz.

11 Nisan 2011 Pazartesi

Enstrumantal Çalışmalar - Bilgi No:1

Son 5-6 aydır pek bi' yol alamadığımı düşünüyorum. Ne yeni bi' projeye başlama isteği, ne konsantrasyon, ne ilham. Konsantrasyon olmayınca ilhamın geleceği varsa da gelmiyor. E tabi, bir sürü bekleyeni varken bi' de benim nazımı çekecek değil ya.

Ben de çareyi, önceden başladığım projelere yoğunlaşmakta bulduğumu düşündüğümden, son zamanlarda onlarla ilgili düzenlemeler yapıyorum. Aşağıda güvendiğim bi' enstrumantal projesinin ekran görüntüsü yer alıyor. Türünü ise belirlemedim. Daha doğrusu, türünün ne olduğunu düşünmek için fırsatım olmadı. En sevmediğim şey, yaptığım işin adını koyma çabası zaten. Yine de ben, bunları "Elektronik Müzik" diye geçiştiriyorum; fakat son zamanlarda house, trance, electro-pop dinliyor olmam da bundan sonraki projelerimi şekillendirecek gibi duruyor.

Son bi' bilgi, FL Studio'dan henüz vazgeçemedim. Cubase'in hantallığıyla beni çıldırtması ve Reaper'ı sadece kayıt amaçlı kullanıyor olmam, bu durumu biraz zorunlu kılıyor. Hem, bu alışkanlığı kırmak da zor gibi şimdilik. Bu anlamda, FL Studio'nun bi' sonraki sürümünde epey gelişme umuyorum. Artık DAW muhabbetlerinde ciddiye alınacak bi' hale sokmaları lazım bu zamazingoyu.

10 Nisan 2011 Pazar

Türk Gençlerinin NTV Spikerleriyle imtihani

Yıllardır bu durum söz konusu! NTV, bi' şekilde Türk gençlerini spikerlerine aşık ediyor. NTV'nin tılsımı mıdır, yoksa bu spikerler göz alıcı bi' güzelliğe mi sahiptir?

Önce Banu Güven, sonra Burcu Esmersoy ve şimdi de Dilara Gönder. Banu Güven, bu durumdan az etkilendi; fakat Burcu Esmersoy'un bu ilgi ile beraber skor yaptığı aşikar. Özellikle plajda güneşlenirken çekilen fotoğrafları sonrası işleri çok açıldı. Romantik Komedi isimli filmde oynadı, daha sonra birçok reklamda gördük kendisini. Hatta aynı anda 3 reklamı birden yayına girdi diye hatırlıyorum ancak yanılabilirim. Halen de bu reklamlar yayınlanmakta. Burcu güzel kız tamam, ama biraz abartıldı diye düşünüyorum. Sonuçta ne yaptı, etti ve bu durumu lehine kullanarak tomarla para kazandı.

Şimdi de moda, Dilara Gönder. Bakalım bu durumu nasıl değerlendirecek.

Yalnız, spiker konusunda Ayşin Zeren ve Birsu Eren'in de adını anmadan geçmek ayıp olur. İkisi de gayet hoş. Birsu, biraz daha arka planda kalıyor sunduğu programlar itibariyle, ancak Ayşin Zeren'in zerafetini daha çok görme fırsatımız oluyor.

Sonuç olarak, zamanında bu kızlar, sözlük ortamlarında "adları bilinmeyen taş gibi hatunlar" başlığı altında irdelenirken, şimdi kimisi köşe olmuş durumda. Popülariteleri de artmaya devam edecek gibi duruyor.

Fiat GP Evo reklamı Hacı Murat versiyonu

Son zamanlarda en beğendiğim Türk yapımı reklam, kuşkusuz Fiat Grande Punto Evo'nun reklamı oldu. Sanırım bu reklam yaratıcı gençlerimizin de ilgisini çekmiş olacak ki, onu Tofaş'ın Hacı Murat'ına uyarlamışlar. Gayet eğlenceli bi' video olmuş. İzleyin bakalım.


Bülent Ünder: Pino'yu gözden çıkardım!

Şimdi Lig TV'de maç sonrası konuşmalarını izliyordum da, Bülent Ünder'in "Kazım kırmızı kart gördükten sonra sahada kalan 9 oyuncum elinden geleni yaptı, 1 kişi hariç. O hiçbi' şey yapmadı." dedi. Bunun üzerine Lig TV muhabiri, bu kişinin kim olduğunu sordu. Bülent Ünder de ilginç bi' şekilde isim verdi. "Pino!".

Bülent Ünder bi' hışımla devam etti; "Antalyaspor maçında da verdiğim şansı kullanamamıştı. Bu maçta beni çok kızdırdı. Artık kendisini takımda düşünmeyeceğim. Bundan sonra hakkında başka şeyler düşüneceğim" dedi. Bunun üzerine Lig TV muhabiri "Bir daha Pino'yu Galatasaray formasıyla görmeyecek miyiz?" deyince de, Bülent Ünder "Hayır, kendisini bi' daha Galatasaray formasıyla görmeyeceksiniz" dedi.

Valla ne yalan söyleyeyim, maçtan daha çok akılda kalacak bi' diyalog oldu bu. Bakalım önümüzdeki günlerde başka ne skandallarla karşılaşacağız!

10 Nisan 2011 Galatasaray Trabzonspor Maçı

Maç başlıyor. Maç öncesi yorum için geç kaldım, ancak maç sonu yorumlarımı burada paylaşacağım. Gönderiyi şimdiden parselleyeyim dedim!

Düzenleme:
Maç bitti. Trabzonspor Burak Yılmaz'ın attığı gol ile 1-0 kazandı ve liderliğini sürdürdü.

Galatasaray'ın nasıl bu hale geldiğini falan geçtim de, taraftarın isyan edeceği bi' teknik direktör ya da yönetim kalmadı. Asıl kötü olan bu bence. Yönetim istifa desen, zaten yönetim gitti. Teknik direktör istifa desen, bu sezon 2 kere oldu. Bülent Ünder büyük ihtimal sezon sonuna kadar idareten getirildi. Ee, futbolculara da zaten isyan ediyor taraftar. Bunun da bi' faydası olmuyorsa, ne yapılabilir?

Takım içi iletişimin sıfıt olduğunu anlamak için ille de Florya'da bulunmak gerekmiyor. Sahaya şöyle bi' baktığınızda, bunu hemen anlayabiliyorsunuz.

Maçta Bülent Ünder'in 3. oyuncu değişikliğini yapmaması çok ilginç. 1-0 yenik duruma düşmüşsün, artık hücuma bi' takviye yapmak için neyi bekliyorsun? Hepsini geçtim, Cem Sultan'ı oyuna alıp neden gençlere şans verilmiyor?

Kazım'ın kırmızı kartına bi' diyeceğim yok. Doğru mu, değil mi bilmiyorum. Ancak değişen pek bi' şey olduğunu zannetmiyorum. Çünkü ondan önce de oyun planı falan yoktu. Daha doğrusu takımın futbol oynama niyeti yoktu. Trabzonspor'un temkinli oynuyor olması, Galatasaray'ın dirençli bi' futbol oynadığı anlamına gelmez. Trabzonspor, akıllıca davranarak saldırgan oyun yerine tedbirli bi' anlayış benimsemişti. Sonuçta da kazanan Trabzon oldu.

Ayrıca 16. sıradaki Bucaspor'un 24 puanı olduğunu ve Galatasaray ile arasındaki puan farkının 9'a indiğini söylemeliyim. Takım en azından 1-2 maç kazanmazsa, hayali bile hiç gerçekçi gelmeyen küme düşme skandalını yaşatabilir bu takım bize.

Seyircisiz oynanan bi' maç heyecanlı gelmiyor, ancak bi' iyi tarafı var; o da saha içindeki diyalogları duyabiliyor olmamız. Servet Çetin'in yardımcı hakeme "temas yok mu, nasıl temas yok? temas yok diyo ya" şeklinde çemkirişini rahatlıkla duyduk biz. Ayrıca Burak Yılmaz'ın attığı gol sonrası çığlıkları ve kameraya koşup "annneaaaaaaaaaaaaaa!!" şeklinde haykırışı da kulağımızı sağır edecekti az kalsın.

Tebrikler Trabzonspor. Şampiyonluk yolunda güzel bi' galibiyet. Bursaspor maçını kazanmaları durumunda önlerinde hiçbi' engelin kalmayacağı aşikar.

Biz Galatasaraylılar ise, ne olduğumuzu şaşmış durumda, küme düşmeden sezonu tamamlayıp, sezon sonunda takımın büyük çaplı bi' yenilenme sürecine girmesini bekleyeceğiz.

Hyundai Accent Blue Türkiye'de

Hyundai'in (ne desem bilemedim) B segmentine özellikle ülkemizde kattıkları inkar edilemez. Era'larla Q7'ye selektör çakanlar, düz yolda 320d'ye şans tanımayanlar, oto kiralama şirketi kurup onlarca Era'yı yan yana dizenler! Eminim hepsinin beklediği tek bi' haber vardı. Şimdi o haber geldi. Yeni Hyundai Accent Blue ülkemizde satışa sunuldu!

Şimdi geçelim yorumlara;
Bu otomobilin ülkemizde tutmasının nedeni ne? Kara kaşı, kara gözü mü? Elbetteki hayır.
B segmenti, sedan bi' otomobil, zaten çok aksi bi' yönü yoksa, bizim ülkemizde kapış kapış satılmaya mahkumdur! Ha, böyle bi' araç yaptınız ve bizim ülkede satamadınız mı? O zaman ya parçanız pahalıdır, ya da bilinmeyen bi' sebepten dolayı 2. el piyasası ölüdür. (bu tabire bayılıyorum ha)

Benzinin cep yakmaya başladığı son zamanda, özellikle dizele geçiş olan bi' evredeyken, Accent Era'nın performanslı dizel motoru sunması ve bunu 30.000 TL altı bi' fiyata yapması, ülkede her 10 otomobilden 1'inin Accent Era olmasına yol açtı.

Gel gelelim, Hyundai son dönemde bi' gelişim göstermeye başladı. "i" serisi, Genesis, yeni Sonata buna örnek gösterilebilir. Accent'te de bi' değişim söz konusu olacağını kestirmek zor değildi haliyle.

Beklenen değişim de yaşandı. Ancak, bakıyorsun baz fiyatına, tamı tamına 34.000 TL!
Bakın, baz donanımlı benzinli motora sahip B segmenti sedan bi' araçtan bahsediyorum. (uzun bi' tarif oldu, itiraf etmeliyim)

Dizel motorlusu ise, ülkemizde henüz satışa sunulmadı. Yani şu anda benzinli olanı almaya mecbursunuz. Şimdi bu otomobilin, 128 beygirlik güçlü dizel motorunu takdir ediyoruz, ama bakıyorsun, bizim ülkemizde şu an için dizel motor seçeneği yok! hadi bunu da geçtik, polyanna'cılık oynuyoruz bugün, tüm Accent'lerde ESP'nin standart olarak sunulmasını takdir edelim, ancak sizin bu ülkede satmanızı sağlayan şey, ucuz olmanızdı. Ayrıca, ikidir sizi takdir ediyorum ama, fren mesafesinin 42-43 metre olması ise, insanı bu otomobilden soğutabilir.

Yahu, 35.000 TL'ye C sınıfı benzinli otomobiller varken, neden gidip B segmentinde ve değişim içerisine girmiş olsa bile halen kaportası ve frenleri güven vermeyen bi' otomobile vereyim?

40.000 TL'si olan bi' insanın, otomobil almak için evinden çıktığını düşünün. Bi' Hyundai alma ihtimali nedir? Renault Megane III, Renault Fluence, Opel Astra, Citroen C4, Honda Civic, Chevrolet Cruze, Skoda Octavia, Seat Leon, Toyota Corolla veee Hyundai Accent Blue.

Seçenekler bunlar. 2 yıl önce de bu seçenekler vardı belki, ama 28.500 TL'ye dizel motorlu ve yeterli donanıma sahip bir Accent Era almak, çoğu insan için çok mantıklı bi' seçenekti. Fakat insanları dandik plastik aksam, zayıf kaporta ve net tabirle "kötü fren" ile karşı karşıya olmaları etkilemiyordu. Çünkü ucuz bi' otomobildi ve beklentiler de düşüktü haliyle.

Şimdi bakıyorsun,
Yine kötü fren, yine kötü malzeme kalitesi. Değişen ise, az buçuk tasarım, donanım listesine eklenen ESP ve markanın değişmeye başlayan marka imajı.
Arada ise 7.000-8.000 TL fiyat farkı var.

Yine bu otomobili binlerce kişi tercih edebilir; ancak kendi adıma, B segmentinde yeni otomobil almaya karar versem, listemin sonunda dahi yer bulamaz.

Alın size yeni Hyundai Accent Blue'nun (Hyundai Verna olarak da geçiyor) fotoğrafları:

Gran Turismo 5: Honda Civic Type-R

Bi' önceki yazımda belirttiğim üzere, Gran Turismo 5, ocak söndüren bi' oyun. Bununla ilgili onlarca video paylaşabilirim. Ancak Honda Civic hastalarına bi' öncelik verdim. 08' Honda Civic Type-R'ın oyun içi videosunu izleyerek, şimdilik (ama şimdilik bak!) iç geçirerek izliyoruz!

Gran Turismo 5: Ocak Söndüren Oyun

Sony çok akıllı şirket valla. Gran Turismo serisinin PC platformuna sırt çevirmesinin nedeni, Sony'nin daha çok Playstation konsol satışı sağlama mantığıdır. Dünya çapında belki de milyonlarca (abartıyor olabilirim) kişi oyunun bilgisayar ortamında da satışa sunulmasını istiyor olmasına rağmen, buradan gelecek olan satış rakamlarını önemsemeyen Sony, oyunun ısrarla Playstation platformunda oynanması yönünde çalışıyor.

Son olarak Gran Turismo 5 geldi. Hem de ne geliş. 1000'in üzerinde otomobil seçeneği, Türkçe dil desteği, otomobiller üzerinde sınırsız modifikasyon şansı. Otomobil hastalarının istediği birçok şey, uzun süren beklentinin ardından Gran Turismo 5 ile birlikte vücut bulmuş oldu.

Çevremde birçok insanın, sırf Gran Turismo 5 oynayabilmek adına Playstation 3 satın aldığına şahit olmam da, Sony'nin yazımın başında anlattığım mantığının gayet başarılı bir sonuca yelken açtığını göstermiş oldu. Playstation 3 konsolunu sevmeyenlerin dışında, rahatsız olan PC oyuncularının da tek gerekçesi, konsola o kadar para veremiyor oluşları olabilir.

Bu noktada, neredeyse 1.000,00 TL'nin Playstation 3 + Gran Turismo 5'e yatırılması, orta gelir düzeyine sahip ailelerde sıkıntı yaratabilir. Zira biraz daha zorlasak 2 aylık asgari ücrete eşit bir paradan bahsedeceğiz.

Meselenin benimle olan ilgisi ise, Youtube'da izlediğim Gran Turismo 5 videolarının, beni PS3+GT5 alma yoluna itmesi. Buna ne kadar direnmeye çalışsam da, aklımın bi' köşesinde hep bu durum var. Sanırım 3-4 ay daha sabredersem, konsol fiyatlarında bir düşüş söz konusu olabilir. Yani dileğim bu yönde. Hem belki GT5'in fiyatı da düşer. Bakın direksiyon setini hiç katmıyorum! Onu da alırsan, zaten direkt ocağın sönüyor!

Başlıyoruz!

Yazılanların Facebook, Twitter gibi ortamlarda güme gitmesindense, bi' blog çatısı altında yazılmasının daha faydalı olacağını düşündüğümden, bu yola başvuruyorum. Blogger'a bu hizmeti sunduğu için teşekkür ederken, aynı zamanda işbu siteye erişimin engellenmesi durumunun tekrarlanmaması için artık daha fazla dua edeceğimi belirtmek istiyorum. (Blogger'a erişimin engellenmesi meselesi)

Klasik Türk erkeği mantığıyla hareket eden bi' genç olarak, burada bol bol Türk futbolundan, otomobillerden, kızlardan, müzikten bahsedeceğim. Umarım yazdıklarımı bi' tek ben okumam diyor ve maratona başlıyoruz.